• Türkiye’de Kitap
    TUDEM Edebiyat Ödülleri Açıklandı Çocuk ve gençlik edebiyatımıza çağdaş ve özgün eserler kazandırmak amacıyla 2003 yılından beri gerçekleştirilen TUDEM Edebiyat Ödülleri’nin bu yılki sahipleri belli o(Devamını oku)
  • Dünyada Kitap
    “Ejderha Dövmeli Kız”ın Yeni Macerası Yolda Ejderha dövmeli hacker Lisbeth Salander ile gazeteci Mikael Blomkvist’in maceraları bitmedi. Dünya çapında milyonlarca satan macera, yazarı Stieg Larsson’ın(Devamını oku)
  • Žižek’i Anlama Klavuzu
    Slavoj Žižek içinde bulunduğumuz yüzyılın en önemli fikir insanlarından. Žižek hakkında kaleme alınanları okumak da kendi yazdıklarını okumak kadar keyifli. Christopher Kul-Want ve Piero’nun ünlü düşü(Devamını oku)
  • Ayşe Kulin Hayali Bir Gelecekte…
    Çok satan kitap listelerinin olmazsa olmaz isimlerinden Ayşe Kulin, bu kez okurlarını şaşırtacak distopik bir roman yazdı. Yakın bir gelecekte, Ramanis Cumhuriyeti’nde hüküm süren tiran ölür ve yerini(Devamını oku)
  • Leylâ Erbil’den Kalanlara Feminist Bir Bakış
    Kaybettiğimiz entelektüellerin anıları ve eserleri son yıllarda adeta bir sömürü konusu oldu. Bağlamından kopuk görsellerle, o yazar ya da şaire ait olmayan pasajlarla, kimi zaman popüler bir dergide (Devamını oku)
  • Özgürlüğün Müphemliği
    Yaşayan en önemli sosyolog ve düşünürlerden olan Zygmunt Bauman bugüne kadar sayısız esere imza attı. Türkiye’deki akademik ve hatta politik çevrelerin de gözünün üzerinde olduğu Bauman’ın eserlerinin(Devamını oku)
  • “Bu Kriz, O Kriz mi?”
    2008 yılında önce ABD’de patlak veren ve hızla tüm dünyaya yayılan küresel ekonomik krizle birlikte “Bu kriz, o kriz mi?” tartışmaları başgösterdi. Bu tartışma sırasında yapılan tüm atıflar 1929 krizi(Devamını oku)
  • Her Şey Mutluluk Uğruna
    Size arzularınızı ve hayallerinizi nasıl gerçekleştireceğinizi söyleyen, “evrene doğru mesajlar” gönderirseniz tüm olanaklarını ayaklarınızın altına serileceğini vaat eden kitaplar uzun bir dönem hayl(Devamını oku)
  • Sinema, Psikanalist Karşısında
    Sigmund Freud’un, Breur’le birlikte yeni bir disiplin olarak psikanalizin doğuşuna yol açan “Histeri Üzerine Çalışmalar”ı yayınladığı yıl olan 1895’te Lumiere Kardeşler de Paris’te bir filmin gösterim(Devamını oku)
  • Kış’a Mektup
    Tuncer Erdem’in karikatürleri, 1981 yılında başlıyor çeşitli mizah dergilerinde yayımlanmaya. Profesyonel olarak ilk çizimleri de o zaman “Ses” dergisinin “Atmaca” mizah ekinde çıkmış. Daha sonra “Çar(Devamını oku)
  • Ah Mine’l Arzu!
    Psikanalist ve yazar Adam Phillips’in “Kaçırdıklarımız–Yaşanmamış Hayata Övgü” adlı kitabı, “kaçan balık büyük olur” temalı kapak tasarımıyla raflarda yerini aldı ve ben bu yazının başına oturduğumda (Devamını oku)

Devrik Cümle


Hükümsüzdür


Irmak Zileli
(irmakzileli@gmail.com)

Ne zaman yazdığım romanlar üzerine bir söyleşi teklifi gelse aklıma takılan bir soru olur: Ben bu metnin nesiyim? İçinizden “Bu tuhaf soru da nereden aklına geldi, neyi olacaksın, yazarısın tabii” diyor olabilirsiniz. O zaman şunu sormak zorundayım; her zaman mı?

Kuşkusuz kitabın piyasaya çıktığı o kutlu güne dek, yazar romanın tek muhatabı ve yaratıcısıdır. Peki bu ilişki kitap okurla buluştuktan sonra hiçbir değişime uğramaz mı?

Kimi yazarlar romanları yayınlandıktan sonra onu tükettiklerini hissederler; metne yabancılaşırlar. Bir ucubeymiş gibi ondan uzaklaşmak isterler. Bunun nedenleri üzerine pek çok şey söylenebilir ama bu yazı bağlamında benim düşüncem, yazarın belli bir süre sonra o metnin okuruna dönüşebilmesi için bu yabancılaşmaya ihtiyacı olduğudur. Metin-yazar ilişkisi bitirilmelidir ki, kitap piyasaya çıktığında orada yeni bir dinamik oluşsun. Bu dinamikte özne okurdur ve okur ile metin arasında yeni bir yaratım süreci başlar.

Kimsenin burnunu sokamadığı bir ilişki kurulur. Okur romanı isterse tuvalette okur, isterse masa başında; aynı şekilde romanın ne anlattığıyla ilgili istediği yorumu yapar, nasılsa elinde kırmızı kalemiyle fırsat kollayan bir yazar yoktur.

Okurun yaptığı yorumların müdahaleye kapalılığının büyük bir olanak olduğunu düşünürüm, özellikle de yazar için. Bu, metnin sahibi olmadığımı idrak etmem için ihtiyacım olan zamanı kazandırır bana.

Kimi okur, yazarın kendisinden ne beklediğini, metnini hangi saiklerle kurguladığını kavramaya çalışmaz. “Yazar burada ne demek istiyor?” yerine “Ben bu satırları okurken bir yandan da ne yazıyorum” sorusu öne geçer. Ne yalan söyleyeyim bağımsızlığını kazanmış, kendi ayakları üzerinde duran bu okur, pek çoğumuzun rüyalarını süsler.

Aslına bakarsanız metin okurla buluşana kadar eserin varlığından söz edilebilir mi bilmiyorum. Metinle mülkiyet ilişkisine girebileceğimiz yegâne aşamada da bu olanak elimizden alınmış olur böylece. Daha ortada bir eser yoktur ki yazarı olsun. Hemen enseyi karartmayalım, neyse ki eser okura iletildikten sonra kısa da olsa bir süre yazar olduğumuzu duyumsarız. Gel gör ki bu da geçicidir işte. Yazının başında söz ettiğim o yabancılaşma sayesinde hızla kurtuluruz oradan. Ama iyi ki kurtuluruz. Bu sayede “yazarlık” koltuğunu okura bırakmış oluruz.

Metin, yazarın gölgesi olmadan okunduğunda yeni olanakların kapısı açılabilir. Adam Phillips, “Kaçırdıklarımız” isimli kitabında bunu şöyle açıklıyor: “Yazarın okurdan ne istediğini saptayamamak, okurun kavrama imkânlarının tüketilmesi okuru -şayet ilgisi yeterince celp edilmişse- başka bir şey yapmaya iter.” İşte o başka şey; yazmaktır. Okur, metni sadece okumaz, onu yeniden yazar.

Peki bu sırada eserin “orjinal” yazarına ne olur? O da bir okura dönüşür ve metni okumaya başlar. Kitapçının rafında karşılaştığı, üzerinde kendi isminin yazılı olduğu kitap artık başkasınındır. Onu eline alıp cümlelerini okuduğunda bazılarını tanıyamaması bundan olabilir mi? Sık sık başımıza gelmiştir, yazar kendi kendine sorar; “Bunu ben mi yazdım?”

“Ben bu metnin nesiyim?” sorusuna yanıt ararken aklımdan geçenleri aktardım sizlere. “O metnin okuru” olduğumu düşününce soruları özgürce yanıtlayabildim. Mülkiyetin yüklerinden kurtuldum. Verasetten kurtulmuş ilişki sadece metni değil beni de özgürleştirdi.

Öteki okurlarla hiçbir hiyerarşik mesafe kalmamasına çalışarak verdim yanıtları. Romanları yazan kişi olarak kalmanın imkânsızlığı da buna eklenirse, ben artık “Eşik”in ya da “Gözlerini Kaçırma”nın yazarı sayılamam, bir yazar bile değilim aslında.

Yazar kimliğini hükümsüz kılmak bir ütopya olabilir. Ama ütopyalar güzeldir.